BİTLİS'İN TARİHİ
Tarihçiler Bitlis tarihini değişik zamanlardan başlatmaktadırlar.
5000 yıllık, 7000 yıllık tarih gibi. Gerçekte Bitlis tarihi Neolotik
Çağ dediğimiz Yenitaş dönemine kadar uzanmaktadır. Neolitik Çağ,
Yenitaş veya Cilalı Taş Devri denilen bu dönem, Ortataş Devri ile
Tunç Devri arasındaki arkeolojik dönemdir. Bu dönem M.Ö. 3000
yıllarıyla 9000 yılları arasını kapsamaktadır.
Bitlis ve yöresinin yazılı tarih öncesi oldukça karanlıktır. En
önemli nedenleri yüzeydeki buluntuların az olması ve bugüne kadar
gerçekçi bir arkeolojik çalışma yapılmamasıdır.
Bitlis ili sınırları içerisinde bulunan Süphan ve Nemrut
dağlarındaki obsidyen (doğal cam yatakları), doğrudan olmasa bile
dolaylı olarak bu yöre tarihinin Neolitik dönemine kadar çıktığını
göstermektedir. Obsidyen yataklarından elde edilen doğal camın
yontucu, kesici, kazıyıcı olarak çevredeki yerleşim yerlerinde
kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Yine yapılan çalışmalar sonucunda o döneme ait ticaret yolu Van
Gölünün doğusundan güneye (bugün ki Van ili sınırları içerisinde
bulunan Kalkolitik – Maden Dönemi – yerleşme alanı olan Tilkitepe),
batıda ise Diyarbakır il sınırlarına (Ergani yakınındaki
çanak-çömleksiz bir Neolitik yerleşme yeri olan Çayönü) dek
uzanmaktadır.1 Bitlis ilinin Van ve Diyarbakır arasında yerleşmiş
olması, Van’dan Diyarbakır’a yapılacak ticaretin o dönemlerde ancak
Bitlis üzerinden yapılacağı dikkate alındığında, Bitlis’in Neolitik
dönemden beri yerleşme yeri olduğu bir gerçektir.
Neolitik Çağ, M.Ö. 3000 yıllarında sona ermiştir. Bu tarihi baz
aldığımızda Bitlis’in 5000 yıllık bir tarihe ve geçmişe sahip
olduğunu görmekteyiz. Büyük bir ihtimalle Bitlis’in tarihi bundan
daha da eskidir. Güneybatı Asya ülkelerindeki Neolitik Çağ M.Ö.
9000-5000, Avrupa ülkelerindeki Neolitik Çağ M.Ö. 6500, Tuna
kıyılarında M.Ö. 5500 olduğuna göre Bitlis’in tarihinin 5000 yıldan
fazla olması, 5000 - 7000 yıllık olması çok kuvvetle muhtemeldir.
Bitlis İsminin Kaynağı
Bitlis’in günümüzde kullanılan isminin nereden kaynaklandığı
kesinlikle bilinmemektedir. Bitlis tarih boyunca değişik isimlerle
anılmıştır. Asurlular Bit-Liz, Persler ve Yunanlılar Bad-Lis veya
Bad-Lais, Bizanslılar Bal-Lais-on, Babaleison veya Baleş, Araplar
Bad-Lis, Ermeniler Pageş veya Pagişi olarak kullanmışlardır. Asur
dilinde Bit kelimesi yurt, Bet kelimesi kale manasında kullanılmış,
Bit-Liz demek Liz’in Yurdu, Bet-Lis demek ise Liz’in Kalesi manasına
gelmektir.
Bitlis ismiyle ilgili olarak tarihçilerin ittifakla üzerinde
durdukları olay şöyledir:
M.Ö. 336 yılında Makedonya kralı II. Filibe ölmüş, yerine Büyük
İskender kral olarak geçmiştir. (Şerefname’de Makedonyalı büyük
İskender’in, peygamber olarak bilinen İskender Zülkarneyn olduğunu
iddia etmektedir. Zülkarneyn “iki boynuz” manasına geldiğinden,
Zülkarneyn’in sürekli doğuya hareket ettiği ve 31 yaşında öldüğünden
dolayı büyük İskender olduğunu savunmaktadır. Büyük İskender’in de
anlında boynuz halinde iki et yumrusu çıktığı, doğuya seferler
yaptığı ve 30 yaşlarında öldüğünden dolayı aynı kişiler olduğunu
tezi ileri sürülmüştür. Ancak bu fikirler bugüne kadar ispat
edilememiştir.) Babil’i işgal eden İskender, ordularıyla beraber
Hindistan seferine çıkmayı kararlaştırmıştır.3
Bu arada İskender’in anlında boynuza benzeyen iki et parçası çıkmış,
maiyetinden gizlemek için sürekli boynuzlu miğfer kullanmak zorunda
kalmıştır. Derdine çare için görüştüğü bütün hekimler, şifasının
sularda olduğunu ve her gittiği yerdeki suları kullanmasını tavsiye
etmişlerdir. Bu nedenle Büyük İskender, uğradığı her yerdeki sularda
yüzünü yıkayarak derdine çare aramıştır. Şattülarap’a vardığı zaman
Dicle nehrine akan bütün suların araştırılmasını istemiş, bilginleri
bu işle görevlendirmiştir. Bütün suları araştıran İskender ve
mahiyeti, uzun bir yürüyüşten sonra Bitlis önlerine gelmiştir.
Bitlis çayının hastalığına şifa verdiğini görünce Kösür ve Rabat
sularının birleştiği yerde karargahını kurmuştur.4
Emrindeki hekimler İskender’e; suyun kaynağına gitmesini
istemişlerdir. Bu tavsiye üzerine Bitlis’in doğusundan akan Rabat
suyu takip edilerek suyun kaynağına gidilmiştir. Ancak günlerce bu
suyu kullanmasına rağmen şifa olmadığını görmüş, bu defa şehrin
batısından gelen Kösür çayına yönelmiş, sonunda bu suyun kaynağı
olan pınara varılmıştır. Bu pınarın bulunduğu, suların fışkırdığı o
dağlık, ağaçlık yeşil tepeler İskender’in gözüne çok güzel
görünmüştür. Her taraf zümrüt yeşilliğinde, reyhan ve değişik
çiçeklerle bezenmişti. Bu yerin iklimi İskender’i hayran
bırakmıştır. Bu güzel tabiat parçasının havasından ve suyundan
faydalanmak için birkaç gün (bir hafta) burada konaklamaya karar
vermiştir. Bu suyun kenarında konakladıktan bir hafta sonra, Kösür
suyunun derdine şifa olduğu ve boynuzlarının kaybolduğu
görülmüştür.1 Günümüzde hala bu suya İskender Çeşmesi denilmektedir.
Bu çeşme Bitlis’e 10 km. uzaklıkta, Duav yaylasındadır. Derdine şifa
bulan İskender bu yerin ve suyun ebedileştirilmesi için Bedlis
(Badlis) veya Leis ismindeki komutanını yanına çağırarak bu çeşmeden
4 saatlik veya 12.000 adımlık uzaklıkta, Rabat ve Kösür sularının
birleştiği yerde müstahkem bir kale yapmasını istemiştir. Komutanına
(Şerefname’de kölesi olarak geçmektedir) dönerek; “Ben İran (bazı
Kaynaklarda Hindistan) seferinden dönünceye kadar buraya öyle bir
kale yap ki, benim gibi bir kral veya kumandan dahi onu ele
geçiremesin. Böylece bu kalenin ve yerin ismi kuşaktan kuşağa,
yüzyıldan yüzyıla ebedileşsin” demiştir. Bu emri alan Bedlis veya
Leis ismindeki komutan hemen işe başlamış, bir yıl gibi kısa bir
sürede M.Ö. 331 tarihinde bugün ki kaleyi yapmayı başarmıştır.
Hindistan ve İran seferinden dönen İskender şehre geldiği zaman
karşısında muazzam bir kale görmüştür. Bedlis’e haber göndererek
kaleyi teslim etmesini istemiştir. Kaleyi teslim etmeyeceğini,
savaşa hazır olduğu bildirerek İskender’in teklifini reddetmiş ve
kale kapılarını kapatmıştır. Bunun üzerine İskender bütün güçleriyle
kaleyi kuşatmaya başlamıştır. günlerce uğraşmış, kaleyi
alamayacağını anlayınca kuşatmayı kaldırarak Rahva ovasına doğru
geri çekilmiştir. İskender’in çekildiği gören Bedlis, Rahva ovasında
İskender’in atının ayağına kapanıp bir zarf içinde kalenin
anahtarını sunmuş, çıkışı bu yerde olan tünelden kendilerini kaleye
davet etmiştir. Kalenin anahtarlarını alan Büyük İskender; “Bre
mel’un, madem ki anahtarı verecektin, niye asi olup bu kadar adamımı
kırdırdın” demesi üzerine Bedlis, İskender’den Affını dileyerek; “Ey
büyük fatih! Benim sana karşı başkaldırmam ve direnmem, senin daha
önce vermiş olduğun emrin gereği idi. Sen; benim gibi bir kralın
alamayacağı bir kale yapmamı emretmiştin. Senin emrin üzerine
yaptığım bu kalenin ne kadar sağlam, fethedilmesinin ne kadar
imkansız olduğunu ispat etmek amacıyla bu cüreti gösterdim. Şimdi
ben ve kuvvetlerim hareketimizden dolayı müstahak göreceğiniz cezaya
razı olarak emrinizdeyiz” demiştir.1
Komutanın bu sözlerini çok beğenen İskender, komutanını
ödüllendirmek için şehrin yönetimini bu komutanına devrederek ve
şehre Bedleis adını vermiştir. O günden sonra şehrin ismi Bedlis
kalmıştır. Zamanla bazı harf değişikliklerine uğrayan bu isim,
günümüzde BİTLİS adını almıştır.
Bitlis’in İşgali ve Kurtuluşu
Osmanlı Devleti 1912 yılında başlayan Balkan Harbi’nden yenik
çıkmıştı. Birçok toprak kaybının yanında çok sayıda asker ve malzeme
kaybına uğramıştı. Balkan Harbi’nin yaraları sarılmadan Almanların
oyunuyla I. Dünya Harbi’nin içine girilmiştir. Birçok cephede birden
savaşmak zorunda kalan Türk milleti, çok canlara mal olmuş, çok
acılar çekmiş olduğu bir Kafkas Cephesi yaşamıştır.
Savaşın ilânıyla beraber seferberlik emri Bitlis şehrinde halkın
görebileceği yerlere sabah erkenden asılmıştır. Seferberlik yazısını
okuyan halk, Bitlis askerlik şubesine giderek askere yazılmıştır. Bu
kafileyi takiben Bitlis şehrinden birçok kafile Kafkas Cephesi’ne
yollanıştır. 40.000 kişilik 10 uncu Kolordunun bir kısmını teşkil
eden Bitlis uşaklarının ekseriyeti şehitlik mertebesine
yükselmiştir. Bu şehitler, Sarıkamış Harekâtı sırasında Allah-u
Ekber Dağlarında donarak, hayatlarının baharında göçmüşlerdir.
Rus Çarı Deli Petro’nun vasiyeti gereği yıllardan beri sıcak
denizlere ulaşma hayalleri içinde yaşayan Çarlık Rusya orduları
harekete geçmiş, Ermeni asıllı General Yudenich’in
Başkomutanlığındaki Kafkas Ordusuna Anadolu’nun doğusunun işgali
emri verilmiştir. Bu emir üzerine Kafkas Ordusuna bağlı 4 üncü
Kafkas Kolordusu Doğu Anadolu’ya girmiştir. Kısa bir süre içerisinde
Doğu Anadolu’nun birçok şehrini işgal eden Rus birlikleriyle ona
öncülük eden gözü dönmüş Ermeni çapulcuları Bitlis sınırlarına
dayanmıştır.
1915 yılının Temmuz ayının bir Ramazan gecesinde, Ruslar’ın Bitlis’i
işgal etmek için Başhan mevkiine geldiği haberi alınmıştır. Bu
haberi alan bütün Bitlis halkı, çocuklarının ellerinden tutarak göç
için yollara düşmüştür. Ancak Bitlis’teki Türk askerinin ve milis
kuvvetlerin dirayetli savunması sonucunda Ruslar Bitlis’e
giremeyerek geri çekilmiştir. Ancak bu sevinç fazla sürmemiş, Şubat
1916 sonlarında Rus askeri ve Ermeni İntikam Tugayları tekrar Bitlis
kapılarına dayanmıştır.3
Bitlis’i savunan kuvvetlerin toplamı 1400-2000 kişi arasındaydı. Bu
birliğin 600 kişilik kısmı milis kuvvetlerden teşekkül etmişti.
Piyade Yarbay Ali Çetinkaya komutasındaki Türk birliği, silah,
cephane ve asker bakımından kendisinden çok fazla olan Rus ve Ermeni
birlikleriyle savaşmak zorunda kalmıştır. Bütün direnmelere rağmen,
3 mart 1916 günü saat 05 de Bitlis işgal edilmiştir.4
İşgalden sonra özellikle Rus birliklerinin içerisinde bulunan ve
Ermenileri felakete sürükleyenlerden birisi olan Antranik’in kurmuş
olduğu “Ermeni İntikam Tugayları” şehir merkezine dağılarak,
zamanında göç edememiş kimsesiz, yaşlı ve hastaları katletmeye
başlamışlardır. Bu durumu Rus Generali Maslofski şöyle
anlatmaktadır: Bitlis’in zaptından sonra 3 Mart öğle zamanı
Antranik’in komutasındaki 1 inci Ermeni Taburu (İntikam Taburu) gece
hücumundan evvel arkada bırakılmış olduğundan, boğaza girerken
müsaade almadan şehre girmiş ve birçok Türk ailelerin toplanmış
oldukları Amerikan Hastanesine koşmuşlar ve intikam kastiyle
öldürmeye teşebbüs etmişlerdir.” 5
Bu işgalle beraber Bitlis, ikinci büyük göç olayını yaşamıştır. Göç
edemeyip şehirde kalanlar Ermeni kurbanı olurken, göç edenler ise
çetin kış şartları altında açlık, sefalet ve çapulcuların kurbanı
olmuştur. Göç eden halk, götüremediği 1000’den fazla çocuğunu köprü
altlarında, kar kümelerinin yanında ölüme terk etmiştir. Bitlis
Geçitleri’nin Rusların eline geçmesi Türk Genel Kurmayı’nı
düşündürmeye yönelmiştir. bu geçitlerin düşman eline geçmesi;
Diyarbakır, Adana, Halep, Bağdat yolunun düşmana açılması manasına
geliyordu. Bitlis’in acil olarak geri alınmasına karar veren Türk
Genel Kurmayı, Çanakkale savaşlarında büyük kahramanlıklar göstermiş
ve o tarihlerde Edirne’de istirahattte bulunan 2 inci Ordunun,
öncelikle 2 inci Orduya bağlı 16 ıncı Kolordunun acilen Bitlis
cephesine gönderilmesine karar vermiştir. Bu Kolordunun
komutanlığına Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal’i atamıştır.
Albaylıktan Generalliğe yükseltilen Mustafa Kemal, 27 Mart tarihinde
ilimizi ziyaret etmiş, gerekli talimatları verdikten sonra
karargahını kurmuş olduğu Silvan’a geri dönmüştür. Temmuz ayı
sonlarında taarruz için tekrar Bitlis’e gelmiştir.
Bitlis’te 16 ncı Kolordunun 5 inci Piyade Tümeni bulunuyordu. Bu
Tümen 13, 14 ve 15 inci Piyade Alaylarından oluşmaktaydı. Yine bu
Tümenin yanında sayılarının 2000 – 3000 arasında olduğu tahmin
edilen Şeyh Muhammed Diyauddin (Hazret), Mutki Aşiret Reisi Hacı
Musa Bey ve diğer milis birlikler bulunmaktaydı. 1 Ağustos 1916
tarihinde Mustafa Kemal tarafından taarruz emri verilmiş, 8 Ağustos
1916 tarihinde Bitlis sabah 05’de istiklaline kavuşmuştur.1
5 ay 5 dün düşman işgalinde kalan Bitlis, savaş sonrası harabeye
dönmüştür. Savaşın ağır faturası halen günümüzde çekilmektedir.
Savaşla beraber başlayan göç hareketleri, bütün hızıyla günümüzde de
sürmektedir. Bitlis’in kurtuluşu, Türk’ün makus talihinin yenildiği
gündür. Bitlis, birinci dünya savaşıyla beraber Anadolu’da işgal
edilen vilayetler içinde istiklaline kavuşan ilk şehirdir. Bu
kurtuluş, milli mücadelenin ilk kıvılcımıdır.
ATATÜRK’ÜN ZİYARETİ
Gazi Mustafa Kemal, 7 Kasım 1916 tarihinde İlimizi üçüncü defa
ziyaret etmiştir. Bu son gelişlerindeki gaye, 5 inci Tümen
komutanlığındaki görev değişikliğinde bulunmak, 5 inci Tümenin arazi
üzerindeki tertibatını, ihtiyaçlarını ve genel durumunu görmek, Van
Harekat Müfrezesinin hareketini temin etmekti. 10 Kasım 1916
tarihinde Bitlis’e gelen Mustafa Kemal, 21 Kasım 1916 tarihinde
Bitlis’ten ayrılmıştır. Bu süre içerisinde Milis Komutanlarla
görüşmüş, Hastane, Askeri Birlikler, bazı türbe ve camileri
gezmiştir.
15 Kasım 1916 tarihinde Rahva Ovasında bulunan Yarbay Ali Çetinkaya
komutasındaki Türk Birliğine bir tatbikat yaptırtmıştır. Bu
tatbikatı izlemek için Başhan sırtlarına çıkmıştır. Bu sırtlardan
Van Gölü’nü gördüğü vakit; “Burası çok güzel yerler. Burada bir Şark
Üniversitesinin kurulması gereklidir” ifadesinde bulunmuştur.
Mustafa Kemal bu vasiyetini 1 Kasım 1936 ve 1 Kasım 1937 yılında
TBMM’nin açılış konuşmasında da dile getirmiştir. Bu konuşmalarında:
“.... Bunun için memleketi şimdilik üç büyük kültür bölgesi halinde
mütalaa ederek Garp bölgesi için İstanbul Üniversitesinde başlanmış
olan ıslahat programını daha radikal bir tarzda tatbik ederek
Cumhuriyete cidden modern bir üniversite kazandırmak; merkez bölgesi
için Ankara Üniversitesini az zamanda kurmak lazımdır. Ve doğu
bölgesi için Van Gölü sahillerinin en güzel bir yerinde her şubeden
ilk okulları ile ve nihayet üniversitesiyle modern kültür şehri
yaratmak yolunda şimdiden faaliyete geçilmelidir.
Bu hayırlı teşebbüsün doğu vilayetlerimizin gençlerine bahşedeceği
feyiz, Cumhuriyet hükümeti için ne mutlu eser olacaktır.”
1 Kasım 1937 tarihindeki Meclis açılış konuşmasında da;
“Sevgili Arkadaşlarım;
Yüksel tahsil gençlerini istediğimiz ve muhtaç olduğumuz gibi şuurlu
ve modern kültürlü olarak yetiştirmek için İstanbul Üniversitesinin
tekamülü, Ankara Üniversitesinin tamamlanması ve Şark
Üniversitesinin yapılan etütlerle tespit edilmiş olan esaslar
dairesinde, Van Gölü civarında kurulması mesaisine hızla ve önemle
devam edilmektedir.”1
Gazimizin bu vasiyeti gereği 1924 yılında Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından bir heyet Bitlis’e gelerek Rahva Ovasının Göle yakın
kısmında arazi tetkikinde bulunmuştur.
1953 yılında o zamanki Cumhuriyet hükümeti Gazi’mizin bu vasiyetini
yerine getirmek için daha önceden tetkik edilen Rahva Ovasının göle
yakın kısmına temel atma girişiminde bulunmuştur. İnşaat malzemeleri
stoku yapılmış, temel atma sırasında Bitlis ve Van vilayetleri
arasında çıkan kavga nedeniyle (Mustafa Kemal hayatı boyunca Van’a
gitmemiş ve Van’ı görmemiştir) temel atılması geçici bir süre için
durdurulmuştur.
Mustafa Kemal’in bu vasiyetinin yerine getirilmesi hem Gazi’mizi ve
hem de Bitlis halkını mutlu kılacaktır.
Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra Anadolu’nun her köşesinde
düşmana karşı ayaklanmalar ve örgütlenmeler başlamıştı. İçinde
Bitlis’in de bulunduğu Doğu Anadolu toprakları üzerinde “bağımsız
bir Ermeni devletinin kurulması” fikrinin ortaya atılmasıyla bu
örgütlenmeler ilçelere varıncaya kadar devam etmiştir. Bitlis
bölgesinde kadınlar ve erkekler arasında Müdafaa-i Vatan
Cemiyeti’nin kurulması sağlanmıştır. 20 Şubat 1920 tarihli yazı bu
konuyla ilgilidir.
Sivas’ta: Bitlis Vali-i Alisi Paşa Hazretlerine
Sivas’ta: Diyarı Bekir Vali-i Alisi Beyefendi Hazretlerine
Muhterem Paşa Hazretleri, Muhterem Beyefendi Hazretleri
Merkezi Sivas’ta olmak üzere kurduğumuz Anadolu Kadınları Müdafaa-i
Vatan Cemiyetinin nizamnamesinden bir nüshasını zatınıza ve
vilayetinize takdim ediyorum. Cemiyetimizin maksadı, zavallı
memleketimizin haksız işgallerden, bazı yörelerde yapılan mezalim ve
faciadan kurtulması için çalışmaktan ibaret olduğuna bakılarak
vilayetiniz dahilinde de bir nizamname yazılarak müstakil şubelerin
kurulmasına emir buyrulmasını istirham ile takdim ederim.